Paramparça Hayatlar ve Tasarım

AVŞAR GÜRPINAR

Paramparça bir dünyada paramparça hayatlar yaşıyoruz. Meselenin iyiliğini veya kötülüğünü, hayat denen kavramın ikili değerlendirmelere gelemeyecek kadar sofistike olduğunu ve bu konuda kesin bir yargıya varılamayacağı şerhini düşerek, bir kenara bırakıp kendine özgü halini tartışmak isterim.

Bu argüman duygusal ya da nostaljist bir “Ah nerede o yekpare eski güzel hayatlar!” serzenişi değil. Paramparça kelimesi de gerçekten fiziksel bir parçalanmaya işaret ediyor: zamanın, mekanın, yaşantının, müziğin, sanatın, tasarımın parçalanmasına. Hayatımıza dair hemen her nosyonun fragmanlaşmasının, bu kopuk ve kesintili halin nasıl bir düşünsel, sanatsal, tasarımsal tıkanıklığa (akar gibi görünse de) ve hafıza yitimine (bilgi dolu görünse de) yol açtığına (biraz provokatif de olsa) değineceğim.

Bir yerden başlamak gerektiği için müzik ile başlayalım. Çok değil 100-150 sene öncesine gittiğimizde kendimizi senfoniler, operalar, oratoryolar, mesler ile örülmüş bir müzik dünyasında buluruz. Çok sesli, çok enstrümanlı, yoğun ve sofistike, o kadar ki bugün bazılarını dinlemekte ve takdir etmekte zorlanıyoruz. Zamanla bu eserler, söz gelimi George Gershwin ve çağdaşlarının tarzları ile şekillenen, parçalara ayrılır ve şarkılaşır. Sonra, parça parça da olsa bir albüm ya da benzeri bir müzikal yapıt bünyesinde, görece bir bütünlük içerisinde yer alan şarkılar tekilleşmeye ve bu tekillik üzerinden dinlenmeye, değerlenmeye ve hatta satılmaya (sadece 99 sent!) başlar.1

Benzer bir biçimde sinema sektörü de filmlerde, Hollywood’un görünmez dayatması ve teknolojik gereklilikler ile 90-120 dakikalık bir standardizasyona gider. Alfred Hitchcock’a göre insan mesanesinin kapasitesiyle, başka görüşlere göre sinemaya gitmek için harcanan zaman ile bağıntılı bu süre, diziler marifetiyle kırpılarak sitcom’larda yirmi, “ciddi” dizilerde kırk dakikaya iner. Hikayeler parçalanır, sezonlara ve bölümlere ayrılır. Dizi çekmeye başlayan ünlü yönetmenler dizilerin sadece başlangıç ve final bölümlerini yönetir. Kitaplar parçalanır ve seri filmler haline dönüşür. Hiçbir şeyin sonu gelmez, her son bir devamı, başka bir başlangıcı muştular.

sarımsak soyucu

Çağdaş sanat yapıtları giderek daha fazla hem teknik olarak parçalı hem bağlam olarak kopuk bir anlayışla çıkar karşımıza. Söz gelimi Cezanne’ın, yerel bir örnek vermek gerekirse Yüksel Arslan’ın, neredeyse tüm hayatı boyunca kovaladığı bütünsellik, süreklilik ve ısrarın yerini tekil ve vurucu yapıtlar, “işler” almaya başlar. Sanatçılar, kolektifler, akımlar, stiller, teknikler serap misali bir belirir bir kaybolur.

Ekonomide ise satın alma süreci elimizde olan ile değil ileride sahip olacağımızı düşündüğümüz parayla yapılan alışverişlere bölünür. Mağazaların yaptığı üç taksitin üzerine iki taksit de kartımız verir. Eğer yeterli olmaz ise işlemler taksitlendirilir, ertelenir, en kötü ekstre atlatılır. Satın alma gücü (reel ücret) ortadan kalkar, kazanç ve borç, varsıllık ve yoksunluk endekssiz hale gelir. Alışverişler parçalanırken borçluluk süreklilik kazanır.

Endüstride, tasarım ve üretim süreçleri zamanında Endüstri Devrimi ve Fordist üretim süreçleri ile vaktiyle birbirinden ayrılmıştır. Yine de her işi -araştırma geliştirme, tasarım, üretim, servis- kendi bünyesinde çözen kapalı şirketler parçalanarak açılır. Dışkaynaklama2, hakim pratik haline gelir. Artık tasarım ve üretim süreçleri paramparçadır. Bir yanda birbirinden habersiz tasarlayıcılar ve üreticiler aynı şirketler için durmaksızın çalışırken, diğer yanda 1-5 kişilik mikro ofis ve şirketler kurulur.3

Ürünler, servisler, hizmetler bitimsiz bir versiyon döngüsü içerisine girer. Zaten planlanmış işeyaramazlık4 ile ömrü kısacık edilmiş ürünler5 çoğu zaman bozulmalarına bile gerek kalmadan farklı şekillerde işe yaramaz hale gelir. Her şey yenilenir, yenilenmeyen demode ya da işe yaramaz olur, atılır ya da unutulur gider.

On dokuzuncu yüzyılın sonlarına doğru özellikle Joseph Hoffmann, Kolomon Moser, Gustav Klimt gibi mimar, sanatçı ve tasarımcıların ortak bir çalışma kültürüne duydukları inançla karşılığını bulan “Gesamtkunstwerk”6 konutu tasarımcının ve sanatçının kendi pozisyonu üzerinden şekillendirmesine dayanıyordu. Ondan yaklaşık 40 sene sonra Bauhaus mantalitesi ile şekillenen toplu ve sosyal konutlar da peyzajdan mimariye, programdan mobilyaya, barınmaya dair tüm detayların tasarımcılar tarafından ama bu sefer kullanıcı odaklı olarak7 oluşturulduğu yapılar öngörüyordu.8

Bugün evlerimiz IKEA’dan seçilip bir araya getirilmiş parçalardan müteşekkil mobilyalar, türlü türlü ev aleti ve aksesuar ile dolu. Gardırobunuz 42, TV üniteniz 24 parçadan oluşuyor. Ürünün kendisi gibi işlevi de parçalara ayrılmış. Artık mutfakta kesim işlerinizi tek bir bıçakla yapmıyorsunuz. Beşli, onlu, yirmili bıçak setleriniz var. Kestaneyi çizmek, yeşillikleri kıymak, bamyayı soymak için ayrı ayrı edevat mevcut. Tasarımcılar uzun soluklu stratejiler ile değil kısa soluklu taktikler ve tek seferlik ürünler ile pozisyon alıyor. Sanayi ve/veya tasarım entelijensiyasının besleyip büyüttüğü yıldız mimar ya da tasarımcı son sıra dışı ürünü ile parlıyor -ve genellikle aynı hızla sönüyor-.

Bu strateji ya da taktiklerden biri ya da diğeri daha evla değil. Ne Gesamtkunstwerk’in her şeyin en iyisini bildiğini iddia eden, ev sakininin hayatına mobilyanın değiştirilemez pozisyonundan odalarda giyilecek kıyafetlere kadar karışan otoriter yapısı, ne de geç Bauhaus paradigmasının antropometrik, yararcı takıntıları. Ama cevap da her şeyi böylesine bölüp parçalamak değil/olmamalı sanki.

Bunların hepsine temas eden, en önemli mesele ise gündelik hayatlarımız. Döneminin yaratıcı/üretken figürlerine bir bakalım:9 Uyku, çalışma, yemek ve boş zaman ile en fazla dörde bölünmüş bir akış, rahatsız olmadan/edilmeden geçirilebilecek ve üretilebilecek uzun zaman aralıkları. Günümüzün bir gününden ne kadar da farklı... Bugün iş hayatı toplantılarla, gündelik konuşmalarla, parçalı işlerle bölünmüş; iş, yemek ve serbest zaman aktiviteleri birbirine karışmış. Uzun ve bölünmemiş zaman aralıkları mevcut değil. Onun yerine sık aralıklarla cep telefonunu kontrol etmek, e-postalara bakmak, okumak ve cevaplamak, Whatsapp, Facebook, Instagram, Twitter, Pinterest, Snapchat, Tumblr uyarıları ile uyarılmak, gönderilen parça parça hayatları, haberleri, gezileri, buluşmaları, yazıları, durum bildirimlerini takip etmek, buradaki hesap ve grupları gütmek var.

Bilgiyi üretmek bir yana, var olan/üretilen bilgiyi takip etmek, biriktirmek, belgelemek, depolamak ve aktarmak -çok kolaymış gibi görünse de- hiç olmadığı kadar zor.

Bugünün geçer akçesi parçalılık ve hareketlilik. Bir işte üç seneden fazla çalışmak, bir şehirde/evde beş seneden fazla yaşamak, bir proje ile altı aydan fazla ilgilenmek, hayatı yavaşlatmak, bütünleştirmek ve ondan keyif almak neredeyse imkansız.

Amacım geçmişin büyük söylem hayaletini hortlatmak değil elbet. Peki, odaklanmaya ve konsantrasyona çok az yer ve fırsat olan bu dünyada nasıl çalışmalı, tasarlamalı ve üretmeli?

Her şeye rağmen yavaşlayarak, ritüeller oluşturarak, hayatı sadeleştirerek, azim ve ısrarla pozisyon alarak ve gündeliğin ötesinde bizim için anlamlı olanlar üzerine çalışarak, paramparça olandan kurtularak devamlılık arz eden hayatlar kurgulamak mümkün olabilir.

“Zaman kısa, gücüm sınırlı, büro bir felaket, ev gürültülü; keyifli ve dolambaçsız bir yaşam mümkün değilse kişinin zeki manevralarla aradan sıyrılmayı denemesi gerekir.” Franz Kafka’nın 1912 yılında nişanlısı Felice Bauer’e yazdığı mektuptan.

NOTLAR
1 Ağırlıklı olarak 1960’ların progresif rock albümlerinde rastladığımız bütünsellik ya da çağdaş klasik bestecilerin -söz gelimi Arvo Pært- eserlerindeki devamlılığı bu iddiadan azade tutmak gerekir.
2 İng. Outsourcing.Bir şirkette gerçekleştirilen bir ya da daha çok operasyonun şirket dışı bir sağlayıcıya ihale edilmesi. Söz gelimi müşteri hizmetleri, servis, yazılım vd.
3 Bu esnada Microsoft, Apple, Google, Facebook, Amazon gibi başka tür konglomeralar türer.
4 Gürpınar, A., 2016, Planlı İşe Yaramazlık Çağında Tasarım, XXI, Haziran 2016.
5 Bugün bir cep telefonunun ortalama ömrü 18 aydır. Tasarım ve kıtlık ile ilgili zihin açıcı bir okuma için bkz. Goodbun et. Al., 2014, The Design of Scarcity, Strelka Press.
6 Bkz. Palais Stoclet (1911), Gesamtkunstwerk anlayışının vücut bulduğu en önemli yapıtlardan biri.
7 Burada kullanıcı odaklılığın tamamen ve sıkı bir şekilde kullanıcının fiziksel özelliklerine -kol boyu, uzanma mesafesi, oturma yüksekliği- odaklandığını belirtmek gerek.
8 Bkz. Haus am Horn (1923) ya da Weißenhof Yerleşkesi (1927).
9 Currey, M., 2013, Daily Rituals, Knopf.

Etiketler:

İlgili İçerikler: