Görünmez Sınırların İfşası

ERAY ÇAYLI

Zincirleme Reaksiyonlar’ı dönüşümlü olarak yazdığımız Sinan Logie, geçirdiği bir rahatsızlık nedeniyle geçen ay bu köşeyi boş bırakmak zorunda kaldı. Kendisine tekrar geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum. Bu durumda söze iki ay önce kendi bıraktığım yerden devam etmek durumundayım. Son yazımda, mekansal sınırları doğayla gerek görsel gerekse fiziksel anlamda hemhal etmek suretiyle sorguladığını iddia eden bir dizi tasarımdan bahsetmiş, benzer tasarımların aslında sınırları sorgulamak bir yana dursun daha da kabul edilebilir hale getirdiğini savunmuştum. Nitekim o günden bugüne geçen sürede ABD Başkanı Trump’ın Meksika sınırına inşa etmek istediği duvar için yapılan resmi açık çağrıya cevaben üretilen tasarımlar kamuoyuyla paylaşıldı ve aralarında güneş panellerinden çokça faydalanan “çevreci” bir duvar ile “hayvan dostu” olduğunu iddia eden bir diğeri olduğunu görmek şaşırtmadı. Ancak aynı günlerde bu gibi tasarımların hafife aldığı meselelere dikkat çeken Richard Mosse imzalı ve Incoming başlıklı bir video/fotoğraf sergisini de görme fırsatım oldu. Sergiden de aldığım ilhamla, bu yazıda, günümüz sınır mimarlıklarının görünmezliği ve “doğal”lığı üzerine düşünmeye devam etmek istiyorum.

huda tayob,richard mosse incoming sergisi
fotoğraflar: huda tayob - richard mosse incoming sergisi

Londra’daki Barbican’ın sanat galerisinde birkaç hafta önce ziyarete açılan Incoming’in başrolünde, aralarında Avrupa Birliği sınır güvenliği birimlerinin de bulunduğu dünyadaki bir dizi askeri unsur tarafından kullanılmakta olan ısıl ışınıma duyarlı termal kameralar yer alıyor. Sanatçı Richard Mosse, Yunanistan ve İtalya kıyılarının tanıklık ettiği bir dizi iltica pratiğini ve mülteci yerleşimini 2014 yılından beri aynı kameralarla belgelemekte. Mosse bu yöntem üzerinden neoliberal yönetimselliğin göçmenlere kelimenin tam anlamıyla nasıl bir bakış açısından baktığını bizlere gösterme niyetinde. Sanatçı bunu yaparken aynı zamanda Avrupa Birliği’nin güneydoğu kıyılarında sıradan bireyler tarafından görülebilir, kesintisiz ve konvansiyonel bir sınır mimarisi bulunmasa da son derece etkili olan yeni bir tür duvarın göçmen bedenlerin de istemsiz katılımıyla tesis edildiğini bizlere gösteriyor. Zira söz konusu kameralar ısı yayılımını konuşlandıkları noktadan 30 kilometre uzaklıktan itibaren tespit edebilme özelliğine sahip ve bu nedenle -her ne kadar üç boyutu temsil özellikleri düşük olsa da- çok güçlü mekansal bir boyutu haizler.

Incoming sergisinde irdelenen teknoloji, sınırın kontrolünü bedenlere “karşı” yapmaktansa bizatihi onların “aracılığıyla” gerçekleştirerek böylece konvansiyonel bir duvara nazaran günümüz sınırlarındaki yoğun hareketliliğe çok daha duyarlı, hareketli, esnek ve dolayısıyla başa çıkılması da çok daha çetrefilli bir sınır mimarlığını mümkün kılıyor. Dahası bu mimarlığın malzemesi çelik, beton ya da tuğladan ziyade insan vücudunda gerçekleşen terleme, kan dolaşımı, ısı kaybı ya da yüksek ateş gibi bir dizi fizyolojik olay. Böylece, bu köşede yayınlanan son yazıda tartıştığım günümüz sınırlarına hammadde kılınan “doğa” unsurlarına şimdi göçmen bedenlerin de dahil edilmeye başlandığını görüyoruz. Bir diğer deyişle, adına insan denen ve toplumsal, politik, kültürel, psikolojik, vs. birçok farklı katman ve boyutu içerdiğini bildiğimiz varlığın, güneydoğu Avrupa kıyılarında konuşlandırılmış termal kameralar tarafından bir dizi biyokimyasal veriye indirgendiği gerçeğiyle yüzleşiyoruz.

Peki, coğrafi ölçekte gerçekleşmekte olan bu durumdan hareketle iki ay önceki yazıda değindiğim bir diğer ölçek olan kente ilişkin yeni bir tavır geliştirilebilir mi? Londra merkezli Space Hijackers adlı kentsel aktivizm kolektifinin 2010’lu yılların ilk yarısı boyunca gerçekleştirdikleri eylemler bu soruya muhtemel yanıtlar geliştirmemize yardımcı olabilir. Space Hijackers’ın eylemleri, 21. yüzyılın ilk yıllarından itibaren bilhassa Londra’da sayıları hızla artan özel mülkiyete ait kent mekanlarında gerçekleşiyor. Söz konusu mekanların sayılarının artışıyla eş zamanlı olarak fiziksel sınırlarından da giderek arınmaları onların erişilebilirliğini yükseltiyor ve böylece “kamusal alan” olduklarına dair yaygın bir algıya yol açıyor. Halbuki Space Hijackers’a göre bu algı yalnızca bir yanılsamadan ibaret. Zira benzer mekanların, ilk bakışta erişilebilir ve halka açık görünmelerine rağmen, özellikle evsiz, göçmen ve siyasi eylemci gibi belirli kullanıcı gruplarına müsamaha göstermedikleri ve gerek özel güvenlik görevlileri gerekse kapalı devre kamera sistemleri ve hatta sokak mobilyaları aracılığıyla bu gruplara ciddi kısıtlar getirdikleri biliniyor.

Space Hijackers’ın eylemleri işte tam da bu yanılsamayı dert ediniyor. Kolektif üyeleri önceden hazırladıkları “kaykay kaymayınız”, “sigara içmeyiniz”, “oyun oynamayınız” ve “fotoğraf çekmeyiniz” benzeri yasakçı tabelaları “kamusal alan” görünümlü olan ama esasen özel mülkiyet altında bulunan kent mekanlarına yerleştiriyorlar. Ayrıca bu mekanlarda geçici olarak birer güvenlik görevlisi gibi davranıyor ve karşılaştıkları kentlileri durdurarak sergilemekte oldukları sıradan davranışlara ilişkin sertçe ikaz ediyorlar. Aktivistler bu gibi müdahalelerle yol açtıkları ihtilaflar aracılığıyla, çitlemeden arınmış ve “kamusal” görünümlü birçok kent mekanının ilk bakıştaki “sınırsız”lığına rağmen özel mülkiyet kategorisinde olması nedeniyle pratikte bir dizi kısıtlamaya tabi olduğu gerçeğine dikkat çekmeyi hedefliyor. Etkisini görünmezliğinden ve “doğal”lığından alan mekansal düzenlemeleri gerek kent mekanlarında gerekse coğrafi ölçekte ifşa eden bu tür müdahaleler üzerine düşünmeye devam etmek günümüz sınırlarına incelikli bir bakış açısı geliştirmemize ön ayak olabilir.

Etiketler:

İlgili İçerikler: