Bu Yol Bizi Nereye Götürür?

ASLI ÇİCEK

Yirmi birinci yüzyıl, dünyanın her yerinde savaşların, krizlerin olduğu ya da hepsinden haberimiz olabildiği için karamsarlık, bir o kadar da aldır(a)mamazlıkla ilerliyor. İnsanlık tarihi onlarca yıl süren savaşlarla, toplumları kurutan salgınlarla, gücü elinde tutanların zorbalıklarıyla, birine zaferken diğerine yenilgi sayılan anlarla örülü. Yine de tarih boyunca insana eşlik eden, tüm bu olumsuzluklardan beslenebilen kültürel üretimleri göz ardı edemeyiz; mimarlık hem insanın temel barınma ihtiyacını karşılayan hem de salt inşa etme eyleminden öteye giden bir meslek olarak bu üretimlere dahil. 15. Venedik Mimarlık Bienali, “Cepheden Bildirmek” başlığıyla hem dünyanın gidişatına hem de mesleğin bu bağlamdaki varolma çabasına gönderme yapıyor. Küratör Alejandro Aravena, savaş ve cephe analojilerinden yola çıkarak ele alması güç, başa çıkması daha da zorlu bir konu belirlemiş.

almanya pavyonu, kirsten bucher,15. venedik mimarlık bienali
almanya pavyonu, fotoğraf: kirsten bucher
ispanya pavyonu, fotoğraf: francesco galli
almanya pavyonu için açılan duvarın süreçten görüntüsü, fotoğraf: felix torkar
japonya pavyonu, fotoğraf: francesco galli
italya pavyonu, fotoğraf: andrea avezzù

Elli yaşına varmadan Pritzker ödülünü alabilen ikinci mimar, Şilili Aravena’nın ofisi Elemental, yüksek profilli özel projelerin yanında Şili’deki toplu konut sorununa hümanist yaklaşımıyla da dikkat çeken bir büro. On ay gibi kısa bir sürede (14. bienalde Rem Koolhaas’ın küratörlüğü 13.’yü takiben ve anında duyurulmuştu) bu bienali organize edebilmiş olan Aravena ve grubunun seçtiği projeler dünyanın karamsar vaziyetine mimarlık mesleği çerçevesinden bakıyorlar. Bienalin genelinde tutarlı bir yaklaşım sergileyen küratör, davet ettiği her projeye detaylı bir açıklamayla destek veriyor. Bienalin büyük ödülü Altın Aslan’ı kazanan, ekonomik kriz boyunca yapımı yarım kalan projeleri büyük bir özenle sunan İspanya Pavyonu’nda olduğu gibi akut sorunlarla ilgilenen yaklaşımlar, bienalin ana temasını belirliyor. Özellikle İtalyan Pavyonu’nda sergilenen projeler, gerek farklı ölçekleri, gerek programlarıyla mimarlığın güncel sorunlar çerçevesinde neler yapabileceğini araştırıyorlar. Sunumların çeşitliliği ve tanınmış büroların asgaride tutulmuş olması, bu bienalin mesleğe geniş açıdan bakmasını sağlıyor. Örneğin konut sorunu, salt oturmuş toplumlarda bile gittikçe artan gelir dengesizliği üzerinden değil, iklim değişikliklerinden doğan doğal afetler, savaşların getirdiği mülteci akınları, göçlerin odak noktası kentlerin artan tekinsizliği gibi güncel olgular üzerinden de ele alınıyor. Bu yaklaşım, projelerinde akupunktur misali noktasal müdahelelerle çalışmak durumunda olan genç ve/veya küçük ofislerin de bienale katılabilmesinin önünü açmış. Özenli, mütevazi projeler izleyiciyi yormadan konulara ilgi çekebiliyor; bienal gibi yoğun bir ortamda Aravena’nın bunu büyük ölçüde başarabilmiş olması övgüye değer.

Öte yandan, dünya sorunlarının vardığı ölçeğe karşı mimarlığın Don Kişot gibi savaştığı algısı da oluşabilir projelerin çoğunda. Genel sorunlara yerel yaklaşımlar olarak nitelenebilecek bir çalışma şeklinden söz edebiliriz, ki bienalin ortaya çıkardığı gerçeklerden belki de en önemlisi, dünyanın dört bir yanından yerel yaklaşımların özünde birbirinden farklı olmadıkları. Politik, sosyo- ekonomik, iklim değişimi gibi hayatımızı dolaysızca etkileyen birçok gerçeğe karşı Afrikalısından Amerikalısına, Asyalısından Avrupalısına mimarların bulundukları ortama tepkileri birbirini andırıyor. İkonik binalar yerine bağlamında çözülen projeler, küresel ve kendini beğenmiş bir mimarlık kültüründen çok, parçalarına ayrılmış bir meslek kültürünü işaret ediyorlar. Kaleydoskoptan bakarcasına aynı motifin sürekli yeni bir sonucunu görmek, meslek adına insanı ümitlendiriyor. Fakat mimarlığın toplumsal sorunlara çözüm getirebilmesi için bireysel çabaların yanında yerel yönetimlerin desteğine de ihtiyacı olduğunu göz ardı edemeyiz. Aravena’nın sunmayı seçtiği projelerle kanıtlamış olduğu gerçek, sayıca ne kadar çok oldukları ve noktasal müdahelelerle de kaliteli işler çıkabildiği; bu bağlamda yönetimlerin dikkatini çekme, desteğini alma gibi sonuçlara ulaşmak istediği tahmin edilebilir. Ama ünlü mimarlarla ikonlar yaratmak yerine küçük çapta çalışmak yönetimler için risk taşıyan bir durum. Dolayısıyla sergilenen mimarlıkların, kaliteleri ve etkileri ne olursa olsun, hangi ölçüde kalıcı bir yaklaşım oturtabileceği şaibeli. Kanımca burada önemli olan, Aravena’nın savunduğu hümanist yaklaşımın naif bir hayal olmadığının anlaşılması. Küratör kağıt üzerinde ya da kuramsal olarak kalan projeleri seçmiş olsaydı, sunulan mimarlıkların hayal ürünü olması algısı oluşabilirdi. Ama çoğu inşa edilmiş, edilebilmiş projeler, mimarlık mesleğinin azimle bu yaklaşıma tutunursa topluma nerelerde katkı sağlayabileceğini gösteriyor. Örneğin Japon Pavyonu’nda sunulan son derece özenli komün konut (co-housing) projeleri, basit yöntemlerle (ve tabii ki oturmuş bir inşaat kalitesiyle) kayda değer mimarlıkların yaratılabileceğini kanıtlıyor. Mekansal olarak Almanların ülke pavyonuna etkileyici müdahelesi de buna bir örnek: Binanın cephe duvarlarını ortadan açarak, daha doğrusu “yıkarak” oluşturdukları mekansal algı, yıkım gerçeğine farklı bir bakış açısı getiriyor. Yani düşünme ve yapma eylemlerinin bienal çerçevesindeki bütünlüğü, mimarlık kültürünün bu bütünlük olmadan ilerleyemeyeceğinin altını çiziyor.

Tüm bunlar göz önüne alındığında, 15. Venedik Mimarlık Bienali, sadece mimarların gıpta edeceği uçucu bir sergi değil. Toplumsal gerçeklere bu kadar odaklanması, noktasal müdaheleleri öne çıkarması ve proje çeşitliliği mesleğin zaman zaman tıkalı kaldığı çemberin çapını genişletiyor bu kez. Çapı genişleyen çember, doğası gereği uzamda çok daha fazla noktaya dokunduğundan, bienal çok efor sarf etmeden ve yapmacıklıktan uzak bir şekilde günümüze mimarlık mesleği objektifinden gerçekçi bir bakış açısı sunuyor. Mimarlığın mükemmelliğe ulaşabilmesi için antik Romalı Vitruvius’un tanımladığı üç koşul firmitas (sağlamlık), utilitas (işlevsellik) ve venustas’a (güzellik) bu bienal hümanizmi de ekliyor. Dünyanın karamsar gidişatında mimarlığın bu koşullardan ödün vermeden ilerleyebildiğini gösteren bir bienal kotarabilmiş Aravena. İtalyan Pavyonu’nun girişinde küratöryel prensiplerin anlatıldığı yazının kısalığına rağmen anlaşılan netliği ve abartısızlığı mimarın sunmayı seçtiği projelere ne kadar içten inandığının göstergesi sayılır. Bienal bu kez mimarları inşa etmeye, bunu yapabilmek için şartların mükemmel olmasını beklemektense içinde yaşadığımız ortamın yarattığı soru(n)lara anında verilmesi gereken cevaplarla çalışmaya davet ediyor. Bu yaklaşım bir mimarlık kültürü olarak dünya çapında benimsenebilir ve sürdürülebilirse, gerek yerel yönetimlerin gerek yatırımcıların oluşan mimari kaliteyi göz ardı edemeyeceği bir noktaya gidilebilir. Dolayısıyla Aravena’nın kotardığı bu bienal, ilk bakışta algılanabildiğinden çok daha gerçekçi bir çalışma yöntemi sunuyor. Hayalle gerçeklik arasında iyi bir denge sağlayan, içinde bulunduğumuz karamsarlığa iten zamanları görmezlikten gelmeden, öte yandan mimarlığın prensiplerinden de ödün vermeyerek küçük adımlarla da olsa ilerleyebilen bir mesleki kültüre işaret ediyor Aravena. Bunlara bağlı kalırsak, yakın gelecekte bienalde sunulan mimarlıkların toplumla iç içe gelişmemesi ve mesleğin tarihinde önemli bir anı belirlememesi için bir sebep olmayacaktır…

Etiketler:

İlgili İçerikler: