Bir Ütopya: Kentin Görünmez Potansiyelleri

ELVAN ARIKER

“Kentin Görünmez Potansiyelleri” İstanbul Bilgi Üniversitesi Mimari Tasarım Yüksek Lisansı 2015 güz döneminde, Sinan Logie Ve Augustin Reynaud tarafından yürütülen “Ütopya/Distopya” atölyesi kapsamında geliştirilen çalışmalardan bir tanesi.

"Diğer kentleri anlamak istiyorsam, farklılığını kavramak istiyorsam gizli bir ilk kentten yola çıkmak zorundayım."
Görünmez Kentler; Italo Calvino

Görünmez Kentler kitabının rehberliğinde yola çıktığım proje döneminde, bazı kentleri görselleştirmeyle başladığım süreçle birlikte, insanların ayrıştırılması ve birbirine yabancılaşmasını anlatan Chloe ve kentte tüketimin boyutlarını anlatan Leonia adlı kentleri görselleştirdim ve bu konuları daha fazla dert edindiğimi fark ettim. Bu en çok da yaşadığım yer olan Anadolu Yakası’nda kentsel dönüşüm süreciyle birlikte yaşanıyordu. Bölgede apartmanlar yükseldikçe nüfus gittikçe yoğunlaşıyor, mevcut nüfus kiraların artması nedeniyle taşınmak zorunda kalıyordu. Apartmanların yükselmesiyle komşu parsellerden çekme mesafeleri artıyor; anlamsız, yeşilsiz boşluklar dokuya hakim oluyordu. Ağaçsızlaşmaya neden olan en önemli etkenlerden biri yeni koyulan imar kurallarından biriydi. Daha önce sadece yapının taban alanı kadar inşa edilebilen bodrum katlar şimdi komşu parsele bir metre kalıncaya kadar yayılabiliyordu yerin altında. İlk etapta iki parselin bir metrelik alanlarını birleştirerek ve aradaki sınırları kaldırarak yapı adası içinde yeşil bir grid yaratmayı hedefledim. Daha sonra bunun biraz romantik bir yaklaşım olduğunu; bir soruna, geleceğe dair daha gerçekçi distopik bir projeksiyona ütopik bir çözüm getirmenin daha yararlı olacağını farkettim. Peki ya metrekarenin gün geçtikçe değerlendiği, nüfusun yoğunlaştığı bu ortamda iki metrelik parseller imara açılsaydı ne olurdu? Yeni binaların mevcut dokuyla arasındaki ilişki nasıl olmalıydı?

Öncelikle sosyal donatının az bulunduğu, apartmanların yıkılıp yapılmasıyla küçük esnafın azaldığı bölgede sosyal donatı ve ticari alan eksikliğini binalar arası ilişkilerle yarattığım ortak mekanlar aracılığıyla gidermek istedim. Yapı adasını birlikte işleyen tek bir organizma gibi düşünerek, mekanların takas edilmesi mantığı içinde, bir binadaki ihtiyacı başka bir binadaki mekanlarla ya da yeni kurulacak ortak mekanlarla karşılayarak, yapı adasına sosyal bir canlılık getirmeye çalıştım. Böylece kentsel bir gridle bazen zemin katlarda, bazense üst katlarda ortak yemek salonu, mutfak, misafirhane, çamaşır odası, bostan, kat bahçesi gibi işlevlerle ada sakinlerinin iletişim kurabileceği, yerden ve masraftan tasarruf edebilecekleri mekanlar yarattım. Konut birimlerini, dört metrekare olarak tasarladığım modüllerle şekillendirdim. Bunun nedeni, konut bloklarının mekansal esnekliğe sahip bir modülasyonda inşa edilmesine olanak sağlamaktı. Ev içi bir takım fonksiyonlardan (çamaşır yıkama, bazı yerlerde duş, büyük bir yemek masası gibi) mahrum olan ve bu ihtiyaçlarını ortak mekanlarla sağlayan evler, bu şekilde hem her evde bulunan fazla metrekarelerin kaybının engellenmesine, hem de ucuz konut sorununun yaşandığı İstanbul’da az sayıda bireyin yaşayabileceği uygun konutun sağlanmasına katkıda bulundu. Bütün bu proje sürecinde ayaklarını yere bastırmaya çalıştığım bir yok-yer hayal etmenin, bir distopyayı bir ütopyaya çevirmeye çalışmanın üzerinde düşündürdüğü soru şu oldu: Ütopya neydi? Ütopya, bize yeni fikirlere giden yolu açan düşünceleremize çizdiğimiz bir çerçeve idi. Ütopya, kelime anlamıyla yok-yer, aslında hep burada kentin en küçük detayında gizliydi. Distopya ile ütopya arasındaki fark sandığımızdan az, sandığımızdan geçirgendi.

Etiketler: